İçınci Bölüm
Ebru Süleyman: Şto seneler, [bin dokuzyüz] altmişlarda, yetmişlerde ne yapaydınız?
Enver Baki: 1963 yılında, daha doğrusi [bin dokuzyüz] 53 yılında daha ilkokul öğrencisi iken, Pirştine Türk çocukları genelde ilkokul, Meto Bayraktar İlkokulu’ndaki etkinliklerden başka okul dışı etkinliklerde de çok büyük eğlence bulmuşlardır. Sözgelimi Priştine çocuk tiyatrosunda, çocuk merkezinde bügün Priştine Radyosu’na karşı olan alanda, orası çocukların merkezi idi, ondan başka, çocuklar tiyatrosunda genellikle biz yılda ikişer üçer dram hazırlardık. O da bizim çok yakın dostumuz olan ve Kosova Halklar Tiyatrosu artisti olan Mazhar Kadriu’nun yönetim altında, rejisörlüğü altında birçok oyunlar sahneye koymuş. Çocuklarımız genellikle orda eğlenirdi.
Pioner merkezinden[1] başka işte çocuk tiyatrosunda, çünkü çocuk tiyatrosunda genellikle fimler de gösterilirdi. İnanılmaz birşey, hatıram var, her pazar günü çocuk tiyatrosu tıklım tıklım dolu olurdu. Çünkü ya Türkçe ya Arnavutça ya Sırpça çocuk oyunları gösterilirdi çocuklara. Öyle ki, örgütlü bir biçimde, sadece çocuklar değil, kusura bakmayın ana babalara karşi haksızlık yapmak istemiyorum. Çocuklarını ana babalar eline alarak tiyatroya çocukları götürülerdi.
Bundan başka hemen hemen her gün Piyonerler merkezi açıktı çocuklara, öyle ki eğitimciler çocuklarla işler, ana babalar da onlarla birlikte Piyonerler merkezine gelirdi. Hatta hatta bir grupun İvan adında bir Rus şeysının, öğremenının sayesınde, Piyonerler merkezınde büyükelçiler şeysi, örgütü kurulmuştu. Öyle ki her ülkenın, Avrupa ülkelerının birer temsilcisi vardı. Meto Bayraktar okulundan beş ülkenın temsilcisi, e şeyden Vuk Karadžić ilk okulundan, o zaman anlatıyorum, bugün Elena Gjika ilkokulundan yedi sekiz, başka okullardan beş alti öyle bütün Avrupa ülkelerini kapsayan ve okullarda seçilen temsilciler büyükelçiler. Oraya toplanır, orada Avrupa ülkeleri hakkında bilgi edinirlerdi ve o ülkeleri temsil ederlerdi. Bundan daha büyük zenginlik var mıydi. Öyle ki çocuklar hem kendi ana ülkesini tanıyor hem de Avrupa ülkelerini bu örgüt sayesinde tanıyorlar. İşte bundan başka tabii çocukların öğretmenleri ile tarihi anıt gezi şeylerini, anıtlarını gezmek görmek, müzeleri ziyaret etmek, o ayrı bir tat veriyordu çocuklara.
İşte bundan başka halkımıza gelince, halkımız biraz önce anlattığım gibi yazlarda Gırmi, Taukbahçe ve Priştine’nın parkı tıklım tıklım doluymuştur. Orada şarkı ve türkülerden oturulmazdı. Demek ki hemen hemen Priştine’nın Türk halkı genellikle orada zevkini bulurdu.
Ebru Süleyman: Başka halklarle beraber miydınız?
Enver Baki: Çoğu zaman katılmak isteyenler katılırdi. Çünkü o zamanlarda unutmayalım ki Sırplar da Arnautlar da Türkçe’yi çok iyi bilirlerdi. Çünkü her zaman birbirine kaynaşmış, birbirine dostluklarını, şey, sürdürmüşlerdir.
Ebru Süleyman: Birbirlerının dillerıni hep konuşmişlar demek?
Enver Baki: Hep komşular hep şeyler. Çünkü bin dokuzyüz, benım bildigım kadari ile 1946 yılında Priştine’nın onalti bin nüfusu var. Düşünün. Bugün bakmayın, bugün altiyüz [bin]e yaklaşıyor, şeylerın, istatistiğin belirttiğine göre. Ama 1946’sına gelince onbeş bin onalti bin nüfus, hatta hatta birbirini çok iyi tanıyor, birbiri ile akreba olmuş artık bir kitleye dönüşmüş oluyor Priştina halkı. İşte sanırım ki… Ama göç meselesi bu yakınlıkları bu dostlukları bir bakıma gölge altına aldı. Başka bilmem…
Ebru Süleyman: Siz ne zaman, ilk işınıze hanci senede başladınız, nerde başladınız?
Enver Baki: Ben 1962’de liseyi bitırır bitırmez Priştine Radyosu’nda gazeteci olarak, çünkü o zaman ilkokulda şaiirliğim vardı diyeyim. Çünkü her çocuk olduğu gibi ben de bazi şeyler karalamaya başlamıştım. Şiirlerım vardı, hikayelerım vardı. Merhum Süreya abey, Süreyya Yusuf, Priştine Radyosu’nda çalıştığına göre, daima beni o zaman Meto Bayraktar İlkokulu’nda çalışan, iki sene üç sene çalışan Nimetullah Hafız’ı, Nüsret Dişo’yi şairler olarak çocuk yayınlarına davet ederdi. Orada hem şiirlerımızi hem masallar, hikayelerimizi okurduk. Ondan başka Üsküp’ün Sevinç dergisinde yayınlarımız, şiirlerımız, öykülerımız basılırdı. Tabii Birlik gazetesının çocuk sayfalarında da birçok şiirlerım zamanında yayınlanmıştır.
Fakat ondan sonra Tan’da artık Kosova’da yaratan Türk yazarları, Priştine’de gazetenın, dergilerın olmasına, olduğundan ötürü, Üsküp’e daha seyrek kendi yazılarını göderiyor, yayımlıyorlardı. Çünkü Priştine’de Tan var Çevren var Kuş dergisi var. Ondan sonra, hatta hatta 1974 yılında Tan kitap dizisi yayınlanmaya başladi. Dizisinde kitaplar, Kosova’da yaşayan Türklerin öykü ve şiir kitaplari yayınlanmaya başladı. Bu dizi çerçevesinde onbeş yıl içerisinde 250 kadar kitap yayınlanmıştır. O da genellikle Kosova Türk yazarlarnının kitapları, bazı arkadaşlarımızın mesela Hasan Mercan’ın, Nusret Dişo’nun, Üsküp’ten Necati Zekeriya’nın, Şükrü Ramo’nun kitapları bizde yayınlanmıştır ve birçok kitaplar da çevrilmiştir. Söz gelişi, Desanka Maksimović’in, Branko Ćopić’ın bilmem daha birçok Yugoslav yazarlarının hatta hatta Kosova’da yaratan Arnaut yazarlarnın da Hasan Kërveshi…o şey… Kërveshi’nın, bu Hasan Mekuli’nın kitapları çevrilerek Türkçe yayınlanmıştır. Öyle ki Tan gazetesi Kosova Türklerinın kültür merkezi olmuş sayılabilirdi, sayılabilir. Burada da sadece aydınlar değil, Kosova’nın birçok ünlü siyasetçileri de redaksiyonumuzu devamlı olarak ziyaret ederlerdi. Hatta hatta, çünkü gazetemizi, gazetemiz, dergilerimiz çok beğenildiğinden ötürü Struga’ya gelen Türkiye şairlerının hemen hemen hepisi Kosova’nın Tan gazetesine de gelir, bu redaksiyonu ziyaret ederlerdi. Öyle ki bu dönem içerisinde…
Ebru Süleyman: Siz her zaman mi bilidınız çi isteysınız işleyesınız radyo içın, ya da Tan içın ya da yazar olasınız, başka, içınızde hep üle bişey mi varidi, yazar olmak istegi?
Enver Baki: Ben size başlangıçta söyledim, anamın söylediği türküler, babamın söylediği masallar, kız kardaşlarımın, ablalarımın söyledikleri maniler bilmeceler halk edebiyatı sevgisini bende aşıladılar. Öyle ki bu şeyle, insanın kalbi rahat etmiyor aşılandığı zaman, o zaman şiir yazmaya, şey, hikaye yazmaya… Hatta hatta, Süreyya Yusuf hocam bir seferınde bana öğüt olarak demişti “Enver, ben senın şiirlerıni beğeniyorum ama seni daha fazla öyküde görmek isterdım”. Kültürlü bir biçimde bana bu sözü söyleyerek, öyküye karşı sevgiyi daha da aşıladı, öyle ki ben genellikle Kosova’daki Türk yazarları Enver Baki’yi şair olarak değil, fazla öykücü, çocuk öykücüsü olarak bilirler. Ama ben iki kolda yazmaya devam ettim. Bugüne kadar onbeş kitabım yayınlandı. Kimileri çocuk öyküleri, kimi kitaplarım çocuk şiirleri, kimileri büyüklere ait şiir ve öykü kitaplarım oluyor. Sanırım ki, sanırım ki, maddi olanaklar olsa daha da kitap yayınlamış olurdum çünkü bu anda elimizde el yazması daha üç kitabım var. Birisi Priştine Yaşlıları, ikincisi Sevişen Kuzenler, üçüncüsü Priştine Masalları
Edebi yaratıcılığımda, Enver Baki olarak onbeş kitabın yayınlanmasında büyük şöhretlere sahip oldum, öyle ki büyük ödüller de verildi. Sözgelimi, Tan gazetesinin kitap dizisinde Mutlu Baba kitabımla olduğu gibi, Beş Kardeşler kitabımla ödüllere sahip oldum. Ayrıca, Kosova Türk Yazarlar Derneği 1970… [bin dokuzyüz] 67’de, Kosova Yazarlar Derneği’nin ödülüne uygun gördüler beni.
Ebru Süleyman: Bu dernek hala var mi?
Enver Baki: Efendim?
Ebru Süleyman: Hala var mi bu dernek?
Enver Baki: Var. 1964 yılında ise Prizren’ın Doğruyol derneğinde çalışmakta olan ve büyük başarılar kaydeden Süleyman Brina hizmet ödülü bana verildi, 1964 yılında. Ondan başka Kosova Türk Kültür Bakanlığı, Priştine Kültür Bakanlığı takdirnameler vererek beni sevindirdiler. Birçok dernekler tabii, işbirliği yapmış olduğum dernekler diplomalar vererek, çeşitli törenli toplantılarla beni davet etmişlerdir. Sanırım ki, yarattıkarımla, edebi yaratıcılığımla, yetinemez bir kişi ama bir şeyler karalamaya bu yaşta da devam ediyorum. Elena Gjika İlkokulu öğrencileri ve öğretmenleri geçen yıl şahsıma İki Yürek ve O da Çocuktur kitaplarımın tanıtımı amacıyla bir edebiyat saati düzenleyerek, ki bu edebiyat saatine ve buluşmaya Türkiye’nın Kosova büyükelçisi de katıldı, Yunus Emre müdürü katıldı ve birçok arkadaşlarım ve edebi yaratımımızı sevenler bu buluşmaya katıldılar. Ben demişimdir ki, ben 74 yaşında olmama karşın, eğer Allah sağlık verirse, yetmiş dördüncü kitabımın yayınlanmasını isterdim.
[Söyleşiye konuşmacının isteği ile ara verildi]
Mesela, Vıçıtırn’da, Mitrovica’da Priştine’de nası yapıldi o şeyler, dernekler kuruldi, o derneklerde, hatta biz Stevan Mokranjac ne zaman kurulmiştır [bin dokuzyüz] 51 şeyde, [bin dokuzyüz] 58 yıllarında, Stevan Mokranjac’ta sadece bir dilde dil, üç dilde çalışılmıştır. Ondan sonra bizım halkımız göç etmeye başladığına göre, şey, çocukların sayısı azaldı. İster okullarda, ister derneklerde, öyle ki birçok sene, birkaç sene Yeni Hayat derneği de çalışamadı. Ancak 1969 yılında Gerçek adı vererek Yeni Hayat derneğine yeniden bir çalışmalar başladı. Öyle ki, Remzi Süleyman, Yeni Hayat derneğinin başkanı, ilk başkanıdır, o tarih ile yadsınamaz birşeydir. Ondan sonra Şeradin abey, Şerafedin Süleyman onun yardımcısı olarak gene Yeni Hayat derneğini çalıştırmaya başladi, fakat ister Remzi abey ister Şerafedin abey, Raşit Beytula ile birlikte, Goriça ile birlikte Necmetin Goriça ile birlikte, Süreyya abeyle birlikte, Enver Baki, Muhamet Ustaibo, Şakir Maksut ve şey, daha birçok genç arkadaşlarımız sayesinde Gerçek derneği çalışmalarına başladi.
Bu dernek çerçevesinde ben sadece Gerçek, Yeni Hayat ve Gerçek’i konuşurken, Prizren’deki Doğru Yol, Mitrovica’daki Birlik, şeyde Vıçıtırın’daki Deda derneği, Raşit Deda derneği, bunlar hep bütün derneklerde üç grup halinde çalışılmıştır. O bakımdan bir halklar arasında bir kaynaşma da oluyordu. Hatta hatta, proğramlarımıza eğer bir konserimiz olduysa, iki şarkıcı Arnautlardan davet edilirdi, Sırplardan bir şarkı oyuan davet edilirdi, öyle ki programlarımız daima daha da zenginleştirilmiş oluyordu. Tabii daha geçlerde birçok edebiyat saatlerimize, düzenlediğimiz edebiyat saatlerimize, ortaklaşa olarak düzenlenen edebiyat saatlerimizde, Arnaut yazarları, şey Enver Gjerqeku, Rifat Kukaj, Vehbi Kikaj, Qamil Batalli bunlar devamlı olarak bizım edebiyat kolunun düzenlemiş oldukları edebiyat saatlerine katılan Arnaut şairleridir. Öyle ki, çoğu kaynaşarak, biz birçok programlarımızı gerçekleştirirdik.
Halkımıza gelince biraz önce söyledim ya, bir Taukbahçe’de şenlik olsun bir şeyde Gırmi’da şenlik olsun mutlaka Arnaut arkadaşlarımızın sayısi da o şölenlere katılırlardı. Çünkü aramazıda büyük bir ayrım yoktu, zaten kasaba çok küçüktü. Hatta hatta ben daima derim ki Priştina halkı 1946 yıllarında bir aileye benzetilebilir. Çünkü onaltı bin nüfus, neymiş bugün. O bir İstanbul’un ya da bir İzmir’in ya da bir başka kentin bir sokağı olabilir, mahallesi değil bile, sokağı olabilir, onaltı bin nüfus neymiş. İşte böyle, her zaman aramızda bir kaynaşma olmuş, sevda yartılmılş. Ama tabii zamanlar gelmiştir ki bazan, bazan kardeşler bile ailede kavga ettikten sonra, halklar arasında bir soğuk rüzgarlar esmeye başlamıştı zaman zaman, kimi milliyetçilerin sayesinde, bunu da söylemek şarttır. İşte bu kadar ben halkımız içın da, çocuklar içın da konuşabilirim.
Tan’a gelince, Tan’da 1969 yılında kurulduktan sonra ilk müdürümüz Prizrenli Süleyman Brina olduğuna göre tabii ben da o zaman müdür yardımcısı görevınde bulundum. Uzun bir zaman Çevren dergisini yürüttüm, sorumlu yazar olarak, Kuş dergisının Tan’da yayınlanmasında büyük payım geçmiştir. Çünkü dergilerın bir sekreteri olarak bütün yazar arkadaşlarm ister Sırp, ister Arnaut ister Türk yazar arkadaşlarımızi bir araya getirerek bu dergiler sayesınde çok güzel edebiyat saatleri düzenledik. Öyle ki, tabii belirttiğim gibi kitap dizisi çerçevesinde Pero Stefanović’ın Muhamed Kërveshi’nın Esat Mekuli’nın, Darinka Jevrić’ın ve birçok Kosova yazarlanın kitaplarını da yayınlamışızdır.
Ebru Süleyman: Kosova Radyosu’ndan bahsetmişidınız biraz çi orda varidi orkestra, ondan sonra…
Enver Baki: Eh oni kaçırdım ben af diliyorum, hem sizden hem de seyircilerden ama neyse bişey söyleyecem ki, 1960, 1951 yılında okulların açılmasi ile, derneklerin kurulmasi ile Priştine Radyosu’nun da Türkçe yayınların yayınlanmasi ile daha başka bi özellik te katılabilir. Kosova Türk halkının kültürel gelişmesinde Kosova, Priştine Radyosu Türk Sanat Orkestresi’nın kurulması. Priştine’de [bin dokuzyüz] 51 yılından önce anlattığım Gırmi ve Taukbahçe şenliklerınden başka, ki bunlar genellikle düğünlerımızde da, iki orkestre çalışırdı ve onlar gönüllü olark düğünlere, şeyere, arkadaşların örgütlemiş oldukları topluluklara, müzik rengini katarlardı. Birisi Salih Traşoba, Salih Aco, ikincisi de Şerif Nani, her ikisi bunlar şey, sanatçı. Salih Hovarda Zadruga [kooperatif] şeysınde, fabrikasında, kuruluşunda, kurulunda çalışan bir işçi ama udi çok iyi çaldığına göre kendi üç kişilik, dört kişilik orkestresi de vardı.
Öte yandan Şerif Recep Şeyh, benım dayim oluyor, o da berber olarak elınde bu dükkanda ve evınde her zaman birer darabuka, birer def bulundururdu. Onun da ayri bir üç kişilik, dört kişilik şeyleri vardı, grubu vardı. Bu iki grup, ilk günlerde 1951 yıllarında Priştine Radyo’sunda o yayınlar devamlı olarak, şey, teknik olmadığına göre doğrudan doğruya yayın yapılırdı ve bu iki müzik grubu halkımızın yayınlarınlarımızı müzikle süslerlerdi.
Fakat 1952 yılnda Şerafedin Süleyman, Priştine Radyosu’nda Türkçe yayınlar sorumlusu olarak Rasim Salih’i, hakkında çok iyi sözler duyuyor ve Rasim Salih’i Mitrovica’dan Priştine’ye alıyor ve Priştine’de Türk Sanat Müziği Orkestresi kuruyorlar. Öyle ki, Şerafedin Süleyman’ın bu bakımdan da kendisi o zaman hem spikerlik yapardı Priştine Radyosunda, [bin dokuzyüz] 51’lerde hem de yönetici olarak, o redaksiyonun yöneticisi olarak Rasim Salih’i buraya davet ediyor, o da kabul ediyor ve böylece yeni bir orkestre meydana geliyor. İşte o orkestre sayesinde ve Rasim Abeyın yardımi ile Priştine’de sadece değil, Kosova’nın hemen hemen her yerinde, onlarca şarkıcı hem de mükemmel şarkıcılar yetişti. Ve böylece, halkımız sadece orkestre değil, Priştine Radyosu çerçevesinde Türkçe yayınları kazanmış bir halktır.
Biraz önce bir soru sordunuz, dedınız ya kaynaşma, yeni sosyalist savaştan sonra. O zaman bildiğiniz gibi Yugoslavya Komunistler Birliği’nin ana istemlerinden biri her halka azınlık olsa bile haklarını tanımak şart. İşte bu tutum çerçevesinde, Türk halkı da kendi dil, kültürel haklarına sahip oldu ve böylece öteki halklarla birlikte eşit haklara sahip olan bir azınlık demeyeyim çünkü bizim Kosova’da azınlık sayılabilirsek, Avrupa’da, dünyada 250 milyonu aşan Türk kardeşlerimiz var o yüzden kendimizi de hiçbir zaman azınlık olarak saymış değiliz, saymıyoruz, bana göre.
Teşekkürler.
Ebru Süleyman: Rica ederım. İstersenız devam edelım daha bişeyler varise deyesınız?
Enver Baki: Vallahi ben bilmem artık ne deyeym.
Ebru Süleyman: Biraz bu cünlere yaklaşalım istersenız, bucünler, şimdiçi cünler?
Enver Baki: Eh bugünlere gelince ne diyelim. Derneklerımız çalışıyor, radyomuz çalışıyor, ne konuşsak şey. Stersen kapatalım bir cümle ile. Olur mi üle yapalım?
Ebru Süleyman: Nası istersenız, olur üle bir cümle ile kapatalım.
Enver Baki: Birileri çalışıyor çalışıyor yapıyor. Başka bilmem ne deyeym. Aglaşamayız. Ama yara kanıyor.
Ebru Süleyman: Tamam olur, ne varise bişey daha deyesınız.
Enver Baki: Hayt diyeyim. Kosova’da yaşayan birçok halklar arasında tabii ki Türkler de kendi enstütüleri ile, dernekleri ile, eğitimdeki okulları ile çalışmalarını çok başarılı bir biçimde sürdürmektedir. Tabii ki öteki halklarda olduğu gibi Türk halkında da bazı eksiklikler vardır ama o eksikliklerden şimdi konuşmak değil, bununlar da memnun olduğumuzu belirtmek gerekir bence.
Ebru Süleyman: Teşekür ederız.
[1] Piyoner merkezi: Yugoslavya Piyonerler Birligı’nın Priştine’deçi merkezi. Yugoslavya dönemınde çocuklar ve cençler Piyonir hareketıne üye idilar ya da bu merkezlerde vakıt ceçıridilar.